Rivayet olunur ki, yaylaların birinde deli rüzgarların fısıldaştığı metruk evler varmış. O evlerde evvel zamanlarda kara yılanlara ahbap ve dağ keçilerine çavuş insanlar yaşarmış. Dönemin doğadaki insanı, bakkala gitmek için kilometrelerce ilerideki komşu köylere yürürmüş ve haftanın en sosyal ve en önemli aktivitelerinden biri de bu bakkal ziyareti olurmuş.
İşte o
eski adamları bilen ve onlara hasret Yaylaların Kethüdası Yakışıklı Amca
bir gün mahallenin hala o eski usul bakkallarından birinden gazoz
alırken gözü rengahenk plastik toplara takılmış. Akşamına da
arkadaşlarına hadi ben dağları özledim, gidek de yeşile karışak, çay
içek, Akkaya’yı seyredek demiş. Şehirde dolaşan yılkı atları gibi, hep
dağları özleyen bu dört kafadar adam, Güneş Yüzlü Ağabeyin yerden yüksek
oturgaçlı götürgeçine atlayıp Yunus Sütunu mevkiden az beri, şimdinin
yeryüzü kirletme borularından önce, Korçaklar muhitinin oradan dağa
sarmışlar yavaştan.
İşsiz Adam ve Papatyalara Fısıldayan Adam geceden zaten fotoğraf makinelerini şarj etmiş, o evvel rüzgarların münevver sohbetleri ettiği metruk taş evler diyarı, Amanos yaylalarını dolaşmaya dünden hazırmışlar. Bir heyecanla sabah kahveler içilmeden ama kahve altılar yenerekten, iki yudum da çayla enerjisini toplamış olan bu dört adam, ilk molalarını gizli bahçe “Gurucuara” de vermişler. İşsiz Adam çayırı görünce dayanamayıp koşmaya ve yuvarlanmaya başlamış çiçeklerin arasında. Güneş Yüzlü Ağabey sakince doğanın tüm güzelliklerini fotoğraflarken, Yaylalar Kethüdası Yakışıklı Amca keçi gibi yöreplere tırmanıp yukarından Akkaya Zirvesini gözetlemiş. Papatyalara Fısıldayan Adam o samuray kılıcı gibi lensiyle fanileri bitirirken, aynı zamanda Akkaya Tırmanış anılarını da anlatmış kahkahalarla. Epey sağa sola koşuşturan ve fotoğraflar çeken ekip, son kez bu gizli bahçeye bakıp, tekrar gelmek üzere vedalaşmış mekanla. Çünkü sırada “Ağcaoluk” var. Yaylaların en sakini, ucrası…
Ağcaoluk’ta bir koca çınarın dibinde dinlenen ekip, yaşlı bir yaylalı emmi ile akraba çıktıktan sonra, sessizce bahar esintilerini bekleyen taş binaları dolaşıp fotoğraflar çekmişler. Bir yamaca dayanmış onlarca papatyayı gören dört adam, papatyaların sayısı kadar deklanşöre bastıktan sonra, bozuk yayla yollarına düşüp diğer yaylaları da ziyaret etmek üzere yola koyulmuşlar.
Haşmetli Akkayaların dibinden bir süre
gidip, suyun gözü olan bir mevkide öğle yemeklerini eda etmek için
durmuşlar. Klasik yürüyüşçü ve fotoğrafçı yiyeceklerinden tüketip,
Papatyalara Fısıldayan Adamın Haa’gidelim nidasıyla Kaledibi yaylasına
çay içmeye yola koyulmuşlar. Çay içmeyen adama adam denmezmiş o
dağlarda. Çay ve sohbetin ardından, Süleyman Düzünden Değirmendereye
yürüyelim demişler.
Bir kasaba bakkalının paslanmış teneke çatısına asılı rengahenk plastik toplardan yaylalardaki çocukluğunu hatırlayan bu insanlar, bir pazar gününü yeşile, maviye, serin derelere, mis kokulu su terelerine, çaya ve en önemlisi muhabbete doymuş şekilde evlerine dönmüşler.
Kocadut’un dili olsa da anlatsa…