29 Temmuz 2014 Salı

ORTA TOROSLAR EKSPEDİSYONU


        Bizler neden her fırsatta deniz kenarına koşuyoruz, yaylalara çıkıyoruz, pikniğe gidiyoruz? Doğaya hasret adamlarız vesselam. Köyde yaşasaydık şehre, avmlere hasret duyardık belki de, bilmiyorum. 2 senedir kamp yaptığım, çadır kurduğum bir yolculuğa çıkmamıştım. Eve kapalı sıkıntılı bir süreç sonunda bu yaz şöyle 3-4 gün de olsa kendimi yollara dağlara bol yıldızlı gökyüzülerine, demli çaylara ve dost sohbetlerine vermek istiyordum. Fırsat bu ya Menderes hocamın Orta Toroslar gezisi duyurusunu gördüm. Ciplerle yapılması gereken bu geziye bizim renoyu biraz zorlayıp katılmak istiyordum ki Mersin’den Bora Ağabey sağolsun arabasına davet etti beni. Kamp malzemeleri, fotoğraf ekipmanlarını hazırlayıp gezi gününü sabırsızlıkla bekledim. Bir sürpriz daha oldu ve fotoğrafçı, doğa yürüyüşçüsü Savaş Yıldır da bizim araçla geziye katılacaktı. Kadro sağlamdı, rota şahaneydi. Yani heyecan basmıştı beni.





Gün geldi çattı, 29 Temmuz sabah 6’da gruba dahil olmak üzere, Savaş Ağabey ve Niyazi-Tuba çifti ile Adana’ya hareket ettik. Rotamız Karaisalı’dan başlıyordu, sonra Alman Köprüsünde kahvaltı yapıp Taşdurmaz Vadisinde ilerleyecektik.
 
 



 Son hazırlıklar yapılıp, grup liderleri tarafından bilgilendirildikten sonra yolculuğumuz başladı. Bora Ağabeyin müzik çalarından yükselen keyifli şarkılar ve camdan sarkan ellerin kıvrımlarından anladım ki gezi güzel geçecek. Öyledir ama, o eller camdan sarkar ve kafalar geriye yaslandı mı o yol cennete akıyor demektir.



  Alman Köprüsüne varmadan yolumuzun üstündeki Kapıkaya Kanyonuna uğradık. Aşağıda akan buz gibi yeşil suya atlamak geldi içimden. Neyse rotamızda buzz gibi göller ve şelaleler var, o yüzden kendimi tuttum. Biraz vakit geçirdikten sonra yolumuza devam ettik. Çok güzel bir yoldan Varda (Alman) Köprüsüne vardık.









 
                  

                





                      


 Gerçekten insanı büyüleyen bir yapı. Varda Köprüsü, Hacıkırı köyünde bulunan, yöre halkı tarafından "Koca Köprü" diye anılan köprü. Hacıkırı Demiryolu Köprüsü olarak bilinen Varda Köprüsü, 1912 yılında Almanlar tarafından inşa edildiği için Alman köprüsü olarak da bilinmekte. Bu köprü Almanlar tarafından, çelik kafes taş örme tekniği ile yapılmış. 1912 yılında hizmete açılmış. Köprünün yapılış amacı İstanbul-Bağdat-Hicaz demiryolu hattını tamamlamakmış. Köprünün uzunluğu 172 metre, yerden yüksekliği ise yaklaşık 100 metre. Oturup kahvaltı yaptık köprüye karşı. Uzun uzun seyrettik, hayatımda ilk kez bir tarihi yapı beni bu kadar etkiliyor. Bu hattın çok zevkli bir tren yolu olduğunu öğrendim. İlk fırsatta Almanların yaptığı bu tren yolundan yani Adana’dan Belemedik’e trenle gitmeyi planlıyorum. Güzel bir vadiden tarihi bir hattan yapacağım bu yolculuk için sabırsızlanıyorum diyebilirim.
 








Kahvaltımızı yapıp, fotoğraflarımızı çektikten sonra Taşdurmaz Geçidine yolculuğumuz başladı. Asfalttan çıkıp toprak yola, dağ yoluna sardık. Yolculuğumuz 15 cip ve 2 motosikletle başladı, daha sonraki günlerde katılanlar ve ayrılanlar oldu. Özellikle motosikletler için çok zor bir yoldu Taşdurmaz. Sertaç Kaya ve Gökhan Alımlı’yı tebrik etmek lazım, kazasız belasız bizlerle Taşdurmaz’da ilerlediler. Ben de bol bol fotoğraflarını çekmeye çalıştım.















 Hülya Hocamla ciplerin peşinden bir oraya bir oraya koşturduk durduk. Kendisine yetişemedim çok hızlıydı :) , eminim onun kamerasında da ne fotoğraflar vardır.








 Uçurumun kenarında taşlık ve kaygan toprak yoldan zorlu bir patikadan ilerledik epey. Almanlar tarafından 1911 yılında açılan bu yolda birçok tünel var ve biz fotoğrafçılar için eşsiz manzaralar sunuyor. Yola yuvarlanan büyük taşları, engelleri atladık lakin yolun ilerleyen kısmında bir göçük olmuş. Belemedik Kasabasına geçemedik, geri dönmek zorunda kaldık. İlk kampı Belemedik’te yapacaktık, bu durumda planı değiştirip geldiğimiz yoldan geri döndük. İşte bu biraz sıkıntılıydı çünkü gevşek zeminde dik yokuşta motosikletli arkadaşlar zorlanacaklardı. Sertaç’ın biraz şekeri düştüğü için onun motorunu diğer arkadaşlar nöbetleşe kullandılar. Benim de canım istedi ama arazide kendime güvenemedim, ciddi kabiliyet isteyen bir yol çünkü. Neyse ki sorun olmadan çıktılar, cipler de rahatça çıktı sadece bir cip yokuşta kaldı onu da kurtardılar. Daha sonra o yokuşta kalan cipi Kapuzbaşı yolunda yine yokuşta bir Toros marka araç sollamış ve biraz mizahi konuşmalara yol açmıştı. O olayı da yazının ilerleyen kısmında anlatacağım.







 Taşdurmaz’dan dönüşte ben Hüseyin Ağabeyin pilotluğunu yaptığı kırmızı pikabın arkasına konuk oldum. Etrafı seyrede seyrede dönmek istiyordum, sağolsun misafir etti beni. Kelimelerle ve fotoğraflarla anlatamayacağım kadar huzurlu bir yolculuk oldu. Kafamı yasladım geriye, ayaklarımı uzattım ve gökyüzünü, dağları izleyerek, yaşadığımı hissederek çok güzel dakikalar geçirdim. Ağzım kulaklarımda, gözlerim mutluluktan nemlenmişti. Güzel günler hayal ettim, yeşilin ve mavinin daha çok yer aldığı güzel günler, belki hayatım yoluna girecekti. Bu istemsiz mutluluk bundandı belki.






Daha sonra Menderes Hocamın Series Defender cipine bindim, daha doğrusu yandan tutundum. Bir süre  cipe tutunarak arazide yol aldım, çok zevkliydi.





Belemedik kampı iptal olunca Kapıkaya Yaylası ardından da Kızıldağ Yaylası tarafına doğru yol aldık. Oralarda uygun bir kamp yeri bulup geceyi geçirecektik. Özellikle Kızıldağ Yaylası çok hoşuma gitti, ardıç ağaçları ve klasik çam ağacından farklı bitki örtüsü ile güzel bir yayla idi. Rakım olarak da çok yüksek değil 1500-1600’lerde temiz ferah bir yayla. Orayı geçip, Armutlu yaylasına yol aldık, epey tozlu bir yayla yolundan. Makinem ve lensim tozla dolmuş olabilir, ama asıl komik olan motorlu arkadaşların toza belenmiş yüzleri idi. Armutlu Yaylasında geniş bir mera alan bulduk ve çadırları oraya kurmaya karar verdik. Güzel bir ağaç altına kurduk kampı ve hızlıca yemek işine koyulduk. Yayladan aldığımız yiyeceklerimizi keyifle pişirip tükettikten sonra ben biraz uzun pozlama denedim. Sadece denedim çünkü böyle kalabalık bir ekip ile uzun pozlama bir hayal. Her yerden ışık tutuluyor ve pozlama yalan oluyor. Yıldız pozlama işi kesinlikle az kişiyle yapılacak bir aktivite bu gezide bunu öğrenmiş oldum.










                                      





 Ertesi gün, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp etrafı dolaştım. Güzel bir mekanda kamp kurmuşuz, manzara hoşuma gitti ve sandalyeme oturup uzun uzun gün doğumunu, dağları izledim. Kahvaltıdan sonra hızlıca toparlanıp Boklarlara, Karagöl’e doğru yola koyulduk. Pozantı’da yiyecek içecek ihtiyacını giderip, güzel bir çay bahçesinde dinlendikten sonra Maden Yaylasına yöneldik.




                               
                    





  Yaylayı geçip dağ yoluna girdik ve güzel bir tırmanışla Karagöl’e çok yakın olan Meydan Yaylasına ulaştık. Hayvancılıkla uğraşan ve kampa geziye gelenlere et, süt ürünleri satan insanların kaldığı ufak bir çadır yerleşkesi. Çok güzel bir vadiye kurulmuş ve manzarası harika.






                                





Meydan Yaylası
 






 Molanın ardından Yukarıya, göle doğru çıkmaya başladık. Yolda Gökhan Ağabey tekerinin patladığını işaret etti ve biz kafileden ayrılıp ona yardım için durduk. O sırada gözüm karşı tepelerde bir hayvan topluluğuna ilişti. Evet, bunlar yılkı atlarıydı. Yoldan çok uzak bir tepede tüm güzellikleriyle öylece duruyorlardı. Hiç düşünmeden yola koyuldum ve tepeye tırmandım, yaklaştıkça kalp atışlarım hızlandı. Sonra tedirgin olup dar açı lensimi taktım, uzaktan birkaç görüntü alıp dönecektim. Ama dayanamadım, ne olursa olsun, beni tepeleyecek halleri yok ya, içlerine gireyim dedim. Ürkütmeden yılkıları diplerine kadar girdim, bir süre hiç kıpırdamadan kendimi kabullendirdim. Beni izlemeyi bırakıp otlanmaya, dinlenmeye devam ettiler. Hatta bir tane anne vardı küçük yavrusunu emziriyordu. Tekrar geniş açı lensimi taktım ve cesaretle yaklaşıp fotoğraflarını çektim. Sadece iki kez deklanşöre basmıştım ki sesten ürktüler sanırım, hepsi aynı anda dikleştiler, kulakları dimdik oldu ve en öndeki at biraz homurdanıp toz kaldırdı ayağı ile. Ben uyarıyı aldım ve arkamı dönüp o bayırdan aşağı arkama bakmadan hızlıca indim, öyle bir koştum ki sonra, bayır aşağı yuvarlanmadan inme yarışı yapılsa kesin kazanırdım. Ama içimde kaldı arka tarafta bembeyaz diğerlerine göre çok daha afili duran o yılkıya yaklaşıp fotoğraflamak isterdim.






 Tekeri tamir edip, Karagöl’e gidiyoruz biz de. Ekip çadırları kurmuş bile. Savaş Ağabey ile gölün etrafında bir yürüyüş yapıyoruz. Fotoğraflarımızı çekip, dağın yukarısındaki 2900 metredeki Çinili Göle yüzmeye gidiyoruz. Gezi boyunca düşlediğim an, o buz gibi suya girip çıkmak istiyordum ve nasip oldu. Çinili Göl gerçekten dağın zirvesinde bir boncuk gibi bizlere hediye edilmiş doğa harikası. Bu coğrafyada doğduğum için şükrettiğim bir gezi oldu, tabiatı korumaya hiç niyetimiz olmasa da henüz yok edemediğimiz cennet gibi bir vatanımız var. Gölde yüzüp, etraftaki buzul kalıntılarını görmek için yürüyüş yaptıktan sonra ana kampa Karagöl’e iniyoruz. Çok üşümesem de hasta olmamak için ıslak giysilerimi çıkartıp kalın bir şeyler giyiyorum. Gece soğuk bir uyku beni bekliyor hem de Ağustos ayında.



                                











                                 








 Yılkı atlarından biri beni takip etmiş kampa kadar, çok sevimli bir şeydi :)







 Kamp ateşi yandı, yiyecekler pişti ve çaylar demlendi. Boklarlar’ın üstünde 2650 metrede bir gölün kıyısında doğasever, fotoğrafçı ve cip meraklısı onlarca dost gecenin keyfini çıkardık. Hüseyin Ağabey ve eşi çocuklara kamp ateşinde masallar anlatıyorlardı. Hemen yanaştım birkaç masal dinledim. Bir tane de bene anlatacaktım, doğal olanın, canlıların kendi potansiyelinin ne kadar üstün olduğunu ve günümüz teknolojisinin sadece bir yapay gerçeklik olduğunu anlatan Cahit Zarifoğlu’nun “Motorlu Kuş” hikayesini anlatmayı düşünüyordum ki sıra bana geldiğinde çocuklar koşar adım dağıldı. E tabi masal gibi mekandayız, kim dinler büyüklerin sıkıcı masallarını. Koşturmak lazım çimenlerin üzerinde. Ben de çay ve annemin yaptığı bayram kömbeleri ile keyif çattıktan  sonra yıldız fotoğrafları çekmek istedim ama el fenerleri yapay ışıklar yüzünden pek başarılı olamadım. Savaş Ağabey ve Sertaç ile yukarılara çıkıp biraz uzaklaştık kamptan ve keyifli fotoğraflar çektik. Ama yine de aşağıdaki ışık hareketleri benim için hayal kırıklığı yarattı. İnsanları da zorlayamam sonuçta fotoğraftan daha önemli onlar için kamp keyfi. O yüzden yine herkes yattıktan sonra birkaç iyi fotoğraf çekebildim.











  Gecenin ıssızlığında Niyazi ile güzel fotoğraflar çektik, daha sonra çadırda üşüyen ve dayanamayan eşi Tuba da bize katıldı. Onlar da yattıktan sonra ben tek başıma kaldım. Kampın biraz ilerisinde, gölün yan tarafında çekim yapmak istedim ama her fotoğraf 30 dakika olduğu için, o karanlıkta tek başıma korktum. Gönül isterdi ki sabaha kadar yıldız pozlamak ama olmadı.







Cennetteki dostlara selam yolladık.




Karagöl'de yıldız yağmuru. Gölün üstü temiz olsaydı ve ben gecenin bi vakti korkmayıp tek başıma yukarılara çıksaydım hayalimdeki karelere ulaşacaktım. Ama olsun buna da şükür. O güzel geceyi yaşamak, tek başıma yıldızları seyretmek ve sessizliği dinlemek de çok güzeldi.





 Herkesten sonra uyudum, sabah yine herkesten önce uyanıp tepeleri dolaşmaya çıktım. Gün doğumu ve kamp fotolarını çektim. Göl kenarında ayaklarımı uzatıp izlediğim gün doğumunu ise hayatım boyunca unutmayacağım. İnsanın ömrüne ömür katan anlar, umut dolu gün ışığını bolca çektim içime, az kalsın şiir bile yazacaktım, düşünün manzarayı.











 Dünyada ötmeyen tek kurbağa türü olan Toros Kurbağası endemik bir tür ve sadece Karagöl'de yaşıyor.




 Kafilenin öğlene kadar oyalanacağını öğrenince biz iki araba ayrıldık kamptan. Meydan Yaylasına gidip biraz oralarda dolaşmak istedik. Meydan Yaylasında pek de misafirperver karşılanmadığımız için keyfimiz kaçtı. Savaş Ağabey ve Niyazi ile Yaylaya hakim bir mağaraya tırmanıp öğlen vaktine kadar sohbet ettik.






 Sonra yukarıdan gelen ekip ile buluşup Maden Yaylasına yöneldik. Yaylada bir çeşmede mola verince canımız duş almak istedi. Kafamız buz gibi suda zonklayana dek yıkandık.





 Daha sonra grup aşağıya Pozantı’ya indi ve bir alabalık tesisinde yemek yemek istedi. Biz biraz daha arazide olmak, vaktimizi boşa geçirmemek adına yine iki araba gruptan ayrılmak istedik. Zaten gezide son gece kamp kurmayıp geri dönmemiz gerekiyordu Bora Ağabeyin Karadeniz turu için. Grup liderlerine durumu bildirip Aladağlara doğru iki araç yola çıktık. Hedefimiz Kapuzbaşı şelalelerini görüp dağa tırmanmak ve Hacer Ormanlarında kamp yapmak.






 Yahyalı yolunda zaman zaman yokuşlar ve virajlar vardı. Bir yokuşta Niyazilerin konuk olduğu Fatih-Meral çiftinin Subaru’sunu bir Toros marka araç solamaya kalktı. Solladı da, sonra Meral onu tekrar solladı, sonra bir ara yan yana gidiyorlardı. Toros bildiğin kedinin fareyle oynadığı gibi Subaru ile oynuyordu. Baya güldük geyik yaptık, Toros sürücüsü biraz küfür yedi gerçi, yaptığı tehlikeli idi. Bizde de iki tane Reno var, amcam da yıllardır Toros kullandığından benim hep sempatim vardır bu arabalara. Artık Torosun adı benim için “Subaru Boğan” dır, bu böyle biline.


 


Vee Toros Subaruyu geçti. Bize doğru geliyor ama Bora ağabey çakalımsı bir hareketle uzadı gitti :)





 Yahyalı İlçesinde ilk molayı verip gece yiyeceklerimizi aldık. Şelaleleri görmek için sabırsızlanıyordum, akşam olmadan tekrar yola çıktık. Kapuzbaşı Şelaleleri, Uganda’daki Victoria çağlayanından sonra irtifa akışı itibariyle dünyadaki en büyük şelaleler. Aladağlar Milli Parkı içerisinde yer alan ve kar, buz suları ile beslenen şelaleler,  700 metre rakımdalar. Çeşitli turistik tesislerin restoranların bulunduğu Kapuzbaşı’na binek araçlarla ulaşmak oldukça kolay ve keyifli dakikalar geçirmek mümkün. Her ne kadar ben bu güzelliklerin bakir kalması ve tesislerin yapılmaması fikrinde olsam da, herkesin buralara ulaşması görebilmesi, vakit geçirebilmesi de güzel sonuçta.










Gün batmaya başlayınca, kamp kurmak için dağa yöneldik. Hacer ormanlarına yönelip Hacer Boğazına yakın bir yerde kamp yapmak istiyorduk, ama hava karardı ve yol bulmak zorlaştı. Ciddi offroad yaptık ve hedeflediğimiz noktaya ulaştık. Aladağların içinde güzel tertemiz bir havada mis gibi bir uyku çekmeyi hak etmiştik.






  Yemeğin ve çay seranomisinin ardından bu sefer rahat rahat yıldızları pozlarım diye düşünmüştüm ki yine mızmızlananlar, yanlışlıkla kamerama ışık tutmalar oldu. Maalesef yine kampın uyumasını bekleyecektim, ama ciddi yorgun olduğum için vazgeçtim, direkt uyumak ve bu yıldız pozlama işini çekirdek bir ekiple sadece yıldız pozlama amacıyla çıkacağımız bir geziye bıraktım. Çadırımı Niyazi ve Tuba çifti ile güzel bir düzlüğe kurduk ve deliksiz bir uyku çektik. Yüksek irtifada, dağların içinde, yıldızların altında; sessizliğin ortasında, elektrikten ve telefon şebekelerinden uzakta çekilen bir gecelik uyku şehirdeki geriye kalan 364 günlük uykuya bedel bence. Değerini bilen bilir.








 Sabah oldu ve yine ben en erken uyanan olarak gece göremediğim kamp alanını keşfe çıktım, sabah yürüyüşünü yaptım. 3 gündür yolda olmama, offroad yapmama ve az yemek yememe, az uyumama rağmen zımba gibiydim. Kendimi o kadar iyi hissediyorum ki dönmek zorunda olmasak, 4 saatlik yürüyüş mesafesindeki Yedi Gölleri dolaşıp gelebilirdim o gün. Ama dönüş için hazırlığa başladık, gezinin kritiğini yaparak, yeni geziler, maceralar düşleyerek Adana’ya doğru en kestirme yoldan dönüşe geçtik.



                                         







Dönüşte Bora Ağabeyin bildiği bir mekan vardı, nehir bir noktada gölet oluşturmuş ve suya rahatlıkla girilebilinecek cennet bir mekan. vadi yatağına kadar indirdi Vitara'sını Bora Ağabey, bu arabaların böyle zor yollara bu kadar rahat inip çıkmasına her defasında şaşırmıyor değilim. Epey yüzdük buz gibi akarsuda, fotoğraflar ve videolar çektik. Çocuklar gibi şendik, gezinin finalini epey serin yaptık. Güzel şeyler öğrendiğim bu Orta Toroslar gezisi için Adana Offroad Ailesine ve İskenderun Motorsporları Ailesine, tabiki beni ve Savaş Ağabeyi aracına konuk eden Bora Ağabeye gerçekten çok teşekkür ederim.






Kapuzbaşı'ndaki pansyonlar. En azından doğaya uygun inşa edilmişler. Özellikle buraların sonbaharda güzel olacağını tahmin ediyorum.





Artık Adana yolundayız. Pencereden kameramı çıkartıp yol manzaraları alıyorum, keşke bir bu kadar daha yol yapsaydık, ama dönmek zorundayız.






Yolculuğun son karesi, Savaş Ağabey yeter gayrı çantana koy şu kamerayı der gibi baktı. Çantaları toparladım, cep telefonumu açtım, Adana'ya yaklaşmıştık, şehrin sıcağı hissettiriyordu artık kendini.





  Şamanlar,  "Bilmek isteyen, yola çıkar" der. Doğada keşfedecek, yollarda yaşamımıza katacak o kadar çok değer var ki...

  Bu yolculukta neler öğrendim; sessizliğin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha, hissederek öğrendim. Kalabalık içerisinde yalnız kalmanın bir sorun değil, özgürlük olduğunu öğrendim. Yardımlaşmanın, paylaşmanın huzur katsayısını arttırdığını öğrendim. Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki uzun uzun manzarayı seyreden aktörlerin aslında hiç de sıkılmadığını, tam tersi dünyanın, bu yaşayan devasa kürenin, varlığını en yakından hisseden, ona şahit olan kişiler olarak gayet iyi vakit geçirdiklerini öğrendim. Savaş Ağabeyin ne kadar uyumlu ve sabırlı biri olduğunu bir kez daha öğrendim, kendisi içimizde ekspedisyon ruhuna en yakın kişiydi zaten. Bora Ağabeyin sıkı bir yol arkadaşı olduğunu öğrendim, bu gezi bittikten sonra hiç dinlenmeden ertesi sabah motoru ile Karadeniz’e yola çıktı, tüm yıllık iznini yolda geçiren bu dünyada türü tükenmekte olan güzel adamlardan biri o da. Çakalımsı Gökhan Ağabey ile tanıştım ve en sıkıntılı zamanlarda bile gülmem gerektiğini öğrendim ondan. Daha önce tanıdığım fakat hiç yol arkadaşlığı yapmadığım Niyazi ve Tuba gibi iki sıkı yol arkadaşı edindim. Özellikle Tuba, arazi şartlarında hiç mızmızlanmadı, beni çok şaşırttı. Niyazi de benim geyik frekansına epey yakınmış, sağlam geyik yaptık onunla. Menderes-Hülya Şereflisan ve kızları Kumsal gibi güzel bir aile kurmalı diye düşündüm, maceraperest, uyumlu bir hayat arkadaşının ne kadar önemli olduğunu öğrendim bu çiftten. Yollar da fotoğraflar da iyi yol arkadaşları ile keyifleniyor gerçekten.



Erdem Beyazıt ne güzel demiş; hep yarını bekledi bu insanlar; geldiğini hiç fark etmediler. Bence de artık hayallerinizi ertelemeyin, kısacık hayatınızda her fırsatı değerlendirin derim, çoğunuzdan genç biri olarak. Çok yıldızlı otellerden, rahat otobanlardan biraz kopun, lcd ekranlardan uzaklaşın, hayatınızda bir kez de olsa şu güzel coğrafyanın tadını çıkartın.